ALIŞILAGELMİŞİN DIŞINDA BİR İŞ İLANI
Sermet, masasının üzerinde duran saate baktı. Üç buçuk... Kaba bir hesapla, dışarıdaki adamı yaklaşık yarım saattir beklettiğini düşünüp; katibine seslenerek adamı içeri almasını söyledi. Yeterli baskıyı kurmuş olmalıydı.
Gerginliğini üstünden atmak için boynunu sağa sola yatırsa da fayda etmedi; aklı Başsavcı ile yaptığı konuşmadaydı. “Sermet bak, suyunu sık bu yavşağın. Sanatçıyım ayağına kendini herkesten üstün görüyor. Sosyal medyada herkes birbirine girmiş bunun yüzünden. Bugün çöz bu durumu.”
Adamın içeri gelmesini beklerken, Sermet memnuniyetsizlikle yüzünü buruşturdu. “Mevzuyu bugün düzelt diyor ya. Oh ne ala! Manyağın biri bir iş ilanı versin, binlerce kişi onu sosyal medyada linç etsin, Sermet Savcı bir gün içinde düzeltsin. Oldu canım!” diye düşünürken, bir yandan da Başsavcı’ya hak vermeden yapamadı. “Herif gerçekten sıkıntılı ama. Bu işi bugün çözebilirsek iyi olur. Yoksa bu manyağın izinden giden üç beş kişi çıkar, olan bize olur.”
Sermet’in kapısı tıklatıldı, içeri uzun boylu ve bakımlı, yakışıklı bir adam girdi. Sinekkaydı tıraşı, düzgün giyimi ve kibar mizacı ile hiç de “şüpheli” sıfatına uygun durmuyordu. Sermet, adamın bu duruşu karşısında, fiziksel olarak yenilgiyi kabul etmemek için göbeğini çekebildiği kadar içine çekti.
“İyi günler Sayın Savcım, beni ifade için çağırmışsınız. Ben Haldun Rahmi Kiraz.”
“Evet, Haldun Bey. Buyurun oturun.”
“Teşekkürler, oturmayayım. İşim kısa zaten.”
“Ona ben karar veririm. Otur.”
Sermet, Haldun’un gerildiğini hissetti. Amacına ulaşmıştı. Haldun sandalyeye hafifçe oturdu.
“Normalde kimlik tespiti ile başlarız. Sonra ben sorarım sen cevap verirsin, katip yazar. Ama bu sefer Başsavcı talimatıyla daha farklı bir usulde çalışacağız Haldun Bey.” Sermet katibine döndü. “Sen çıkabilirsin.”
Katip ne olduğunu anlamasa da, ciddi bir şeyler olduğunu fark edip kaçarcasına odayı terk etti. Kapı kapandıktan sonra, Sermet öfkeyle Haldun’a döndü.
“Bak Haldun Efendi, ne bok yemeye çalışıyorsun bilmiyorum. Ama verdiğin ilanla yeri göğü inlettin. Sen hangi zamanda yaşadığını zannediyorsun? Hayattan bu kadar bihaber misin gerçekten? Duyduğum kadarıyla ‘değerli’ bir ressammışsın. Bu mu senin sanatçı kimliğin? Bu mu topluma verdiğin değer?”
“Ne diyorsunuz Sayın Savcım? Gören de terörist zannedecek beni. Ben insanlara değer verdiğim için böyle bir ilan verdim.”
Sermet’in yüzü öfkeyle kızardı. “Lan sen benimle taşak mı geçiyorsun? Senin karşında yirmi beş yıllık Cumhuriyet Savcısı var! Ne değerinden bahsediyorsun sen? Köle aranıyor ilanı vermişsin, iki sayfa yazı yazmışsın şartları şunlar bunlar diye. Bu mu lan insanlara verdiğin değer?”
“Efendim doğru, uzaktan bakınca öyle duruyor. İlanın içeriğini incelediniz mi?”
Sermet duraksadı. Yalnızca ilanı görmüş, birkaç cümlesini okumuştu. Onu daha çok sosyal medyadaki yorumlar ilgilendirmişti. “Koskoca devlet, köle aranıyor ilanı veren adamı indiremiyor mu?” “Yeri yurdu belli, nasıl almadılar bu adamı içeri?” “Bir tane yürekli savcı yok mu ulan?” “Mafya, tecavüzcü, köle taciri, hepsi dışarıda…” Bu ve bunun gibi paylaşımlar yüzbinlerce beğeni alıyor, ana haber bültenlerinde bu ilanı veren kişinin halen nasıl serbest olduğu konuşuluyordu. Sermet de bu olayı ilk olarak haberlerde izlemişti, ancak ne yazık ki talih kuşu Başsavcı’nın aramasıyla onun başına konmuştu. Her şey o kadar ani gelişmişti ki, Sermet’in aklına ilanı baştan sona incelemek gelmemişti. Yüzünü buruşturarak “Henüz ayrıntılı incelemedim.” dedi.
“İnceleseydiniz beni burada böyle sıkıştırmazdınız,” Haldun yüzündeki terleri eliyle silerek devam etti. “Ben şehrin dışında bir dağ evinde kalıyorum. Günümün büyük çoğunluğunu da resimlerim üzerinde çalışarak geçiriyorum. Resimlerim dışında bir hayat yaşamaya maalesef vaktim olmuyor. Tüm gün resim yapıyor ve uyuyorum. Ben buyum. Bu sebeple de bir köleye ihtiyacım var, ne var yani?”
“Hayır, senin bir çalışana ihtiyacın var be manyak! Sigortalı; asgari ücretini, yolunu, yemeğini karşıladığın, evine gelip yemek pişirecek, ütü yapacak, çamaşır yıkayacak biri lazım sana. Köle ne alaka ulan!”
“Sayın Savcım, bence aynı şeyi söylüyoruz. Sadece ben daha iyi şartlar, fakat daha yüksek bağlılık istiyorum. İlanı okursanız görürsünüz. Aylık teklif ettiğim ücret, asgari ücretin on katından daha fazla. Bu kişi, yalnızca bir yıl kölem olacak. Ailesini, arkadaşlarını falan unutup, bir yıl benimle, benim için yaşayacak. Üstelik ondan hiçbir aşırı isteğim de olmayacak. Şiddet, cinsel talepler, hakaret, aşağılama; hiçbir şey yok. Onu dostum sayacağım. Yedi gün yirmi dört saat mesaide olacak, benim dağ evimde yaşayacak, bana hizmet edecek ve bir yılın sonunda çok iyi bir para kazanacak. Ne var bunda yahu! Herkes benimle aynı fikirde, sabahtan beri yüzlerce kişi görüşmek için beni aradı. Bence benim teklifim, sizin bana bahsettiğiniz çalışma modelinden daha insancıl.”
Sermet sessizliğe gömüldü. Afallamıştı. Adamın gerçekten kendisine köle aradığını, zor da olsa idrak edebilmişti. Dalga geçmek gibi bir amacı yoktu.
“Tamam işte,” diye başladı Sermet, “madem aramızda o kadar fark yok, değiştir ilandaki ismi, işçi aranıyor de. Yanlışlık olmuş diye basın açıklaması yap. Sabahtan beri ‘ünlü ressam köle arıyor!’ diye çalkalanıyor ortalık. Bu yanlış anlaşılmayı düzelt, sen de mutlu ol biz de mutlu olalım.”
Haldun şaşkınlıkla kaşlarını çattı. “İyi de yanlış anlaşılma yok ki. Ben gerçekten köle arıyorum. Sadece tüm dünyanın aksine, çalıştırmak istediğim kişiye köle deme cesaretini gösterebiliyorum.”
“Haldun Efendi, senin anlayışın kıt galiba.” Sermet dişlerini sıktı. Gelmeye korktuğu noktaya gelmişlerdi. “Koskoca Başsavcı’nın talimatı var diyorum. İşi çözün dedi diyorum. Bak evladım, şu sanatçı halinle hapislerde çürürsün. Köle istiyorum diye diye, koğuş ağalarının küçük kölesi oluverirsin bir anda.”
“Beni hapse atmakla tehdit mi ediyorsunuz yani?”
“Aynen öyle.”
“Ne?” Sermet’in canı sıkılmaya başlamıştı.
“Deneyin. Ne suç işlemişim ki? Yanınıza gelmeden önce avukatımla da ayrıntılı olarak görüştüm. İşlediğim hiçbir suç yok. Nefret suçu desen, ortada nefrete dair herhangi bir durum yok. İnsanlığa karşı suçlar kapsamına sokmaya çalışsan, “belli saiklerle toplumun belirli bir kesimine karşı” işlenen bir suç yok, o da olmaz. Evet Sayın Savcım, zannedersem herhangi bir suç işlemedim.”
Sermet duraksadı, dersini iyi çalışmış biri vardı karşısında. Beyni, birkaç saniyelik bir mevzuat fırtınasına başladı. Haldun doğru söylüyordu. Belki halkı kanunlara aykırı davranmaya tahrik etmekten ceza alabilirdi, fakat onun cezası da Haldun’u hapse sokmaya yetmezdi. Kamuoyu önünde, köleliği savunan bu deliyi durdurmanın bir yolunu bulmalıydı. Hafifçe gözlerini kısarak, şöyle bir Haldun’u süzdü.
Sermet gülümsedi.
“Doğru, seni hapse gönderecek bir yol yok gibi gözüküyor. Ama başka yollar var.” Ciddileşerek Haldun’a doğru eğildi. “Bak, gel bu inadından vazgeç. İlanı kaldır. Ne ben elimi kirleteyim ne de sen sanatından uzak kal.”
“Hayır.”
“Peki, sen bilirsin.”
***
Sosyal medyada yapılan yorumlar, Haldun’un tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı haberiyle iyice arşa çıkmıştı. Sermet, kamu vicdanının yara aldığını hissettiyse de elinden geleni yaptığını biliyordu. Başsavcı’ya olan biteni anlattığında, o da Sermet’in kararını doğru bulmuştu. Gerekli hazırlıklar yapıldı.
Kısa bir süre sonra Haldun, Bakırköy Sulh Ceza Hakimliği tarafından duruşmaya çağırıldı. Avukatının ve Sermet Savcı’nın dinlenilmesinden sonra, akıl sağlığının yerinde olup olmadığının anlaşılması için resmi bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına karar verildi.
Bu kararın ardından, kamuoyu “ressam deliymiş zaten, yoksa niye köle arasın,” düşüncesi ile rahatladı. Kölelik, fikren olmasa da ismen tekrar tarihin tozlu kapılarının altına gömüldü; fakat Sermet’in vicdanı bir türlü rahatlayamadı. Kendi fikri ve planı ile akıl sağlığı gayet yerinde olan birinin Bakırköy’de çürüyor olması düşüncesine katlanamıyordu. Haftalar geçiyor, gözlem süresi doldukça hakim süreyi tekrar uzatıyordu. Sermet’in vicdanı ise her geçen gün daha da kanıyordu.
Haldun akıl hastanesine gireli yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra, Sermet vicdanına yenik düştü ve onu ziyaret etmeye karar verdi.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin ziyaretçi görüşmelerinin yapıldığı salonunda biraz bekledikten sonra, Haldun’un yakışıklı simasını beyaz önlükler içinde seçebildi. Dört bir yanında, başka önlüklü kimseler onunla beraber yürüyordu.
Sermet’in oturduğu masaya hep beraber geldiler. Biri Haldun’un sandalyesini çekti, öteki önüne bir bardak su koydu, bir diğeri de Sermet’in hediyelerini elinden alıp teşekkür etti.
Şaşkınlık içindeki Sermet, “Neler oluyor?” diye mırıldandı.
“Ne olacak Sayın Savcım. Siz beni buraya yolladıktan sonra, düşünmek için bolca fırsatım oldu. Ben de kölelik modelimin ilk prototipini burada denemeye karar verdim. Şuna beş misket verdim, diğerine iki kalem. Hop, kölem oluverdiler. Onların kölem olduğunu gören diğerleri de gelip benimle çalışmak istediklerini söylediler, kabul ettim. Yahu ben ne güzel karşılığını vererek çalışmalarını satın alacaktım, bakın ne hale soktunuz bizi. Adamları bedava çalıştırmak zorunda kalıyorum. Ayrıca bana o kadar laf ettiniz, toplumun değerleriyle oynuyorsun falan dediniz, ama kölelerim herkesten daha mutlu, öyle değil mi?”
Beyaz önlüklüler, hep bir ağızdan evet diye bağırdı.
Sermet cevap vermeden apar topar hastaneden çıktı. Dehşete düşmüştü. Gördüklerini idrak etmeye çalışıyordu, fakat kafasında tek bir soru vardı.
“Ulan ya adamı bir de hapse atsaydık?”
Kıvanç Güven
Mayıs - 2021
Bütün hakları saklıdır ve avkivancguven@gmail.com adresine bildirilmeden ve izin alınmadan kullanılamaz