top of page
kitap kapakları (7).png

NEFES

Tık… Tık… Tık…

 

Selin, nefesini kontrol etmeye çalışarak, sesin kaynağına doğru kafasını çevirdi. Az ilerisinde, Uğur ufak kürdanları farklı boylarda kırarak ayırmaya başlamıştı.

 

Bu ses ona, başlarına gelen tüm kötü şeylerin gerçek olduğunu ve halen en kötüsüyle yüzleşmediklerini anımsatıyordu. Sonunda korktuğu an gelmişti, Uğur kürdanları kırmaya başlamıştı. Yıkılmış bir şekilde, yüzünü ellerinin arasına gömdü ve ellerini şiddetle yüzüne bastırdı. Tüm bu olup bitenler gerçek değildi, gerçek olamazdı… Gözlerini açtığında evinde, yatağında sıcacık battaniyesine sarılmış olarak uyanmak dileğiyle, gözlerini yumdu.

 

Titreyerek, içinden küfretti. Her şey gerçekti. Gerçekten de uzay boşluğunda Uğur’la beraber mahsur kalmıştı.

 

Uğur’un işini tamamlamasını beklerken derin derin nefes alıp verdi ve biraz daha sakinleşmeye çalıştı. Manzaraya odaklanmak istedi. Hemen yanındaki camda, Selin’in bugüne kadar evi saydığı ve asla ayrılamayacağını düşündüğü, küçük ve inanılmaz mavi bilye tüm görkemiyle duruyordu. İçinde bulunduğu durumunun vahametini azaltabilecek tek şey oydu işte. Neredeyse ömrünün yarısı boyunca ondan uzaklaşmanın hayaliyle, onu böyle dışarıdan görebilmenin arzusuyla yanıp tutuşmuştu. İşte şimdi tüm haşmetiyle önündeydi.

Ona geoit diyenlere inat, muhteşem bir küre gibi duran evini seyrederken, yüzüne bir gülümseme yerleşti. Keşke onu daha yukarıdan, yörüngenin dışından tam olarak görebilseydi. Şu haliyle, yalnızca yarısını görebiliyordu.

 

Gözü Uğur’a takıldığında, içini tekrar aynı korku kapladı. İçlerinden yalnızca biri geri dönebilecekti, o da bir ihtimal…

 

Dikkatini dağıtmak için her bir metrekaresini çok iyi ezberlediği uzay gemisinin içini incelemeye başladı. Zaten tek bir kontrol odası ve iki küçük depo odasından oluşuyordu. Minimal denebilecek kadar sade bir tasarımı vardı, ki öyle olmalıydı. Gereksiz hiçbir ağırlığa yer yoktu, her bir fazla kilo, binlerce dolarlık yakıt demekti. Bu sebeple çok az eşya vardı.

 

İçerinin her bir santimine beyaz tonları hakimdi. Her şey çok yolundaymış gibi bembeyaz parlıyordu. Ön tarafta kontrol paneli ve camdan oluşan kokpit bölümü, arka tarafta da dört sabit oturaktan oluşan bir masa vardı. Roketteki her şey gibi, masa da yüzeye sabitlenmişti. Arkaya yayılan iki odada ise hayati malzemelerden başka hiçbir şey yoktu. Birinde yiyecek ve içecekler vardı. Diğerinde ise… Hayat. Şu anda her şeyden önemli olan oksijen tüpleri o odadaydı.

 

Selin ayağa kalkıp geminin sol tarafındaki camdan dışarı baktı. Uzay Ajansı logosunun hemen altında, oksijenin üretimini ve geri dönüşümünü sağlayan ünitenin olması gereken yerdeki boşluk yeniden gözüne battı. Paramparça olmuş ünitenin çevresinde, uzay boşluğunda amaçsızca salınan onlarca parça süzülüyordu.

 

“İlk uzay görevimiz başarıyla ilerliyor. Peh.”

 

Uğur sonunda ağzını açtığı için rahatlayan Selin, “Görünmez kaza mı diyelim, cinayet mi?” diye sordu.

 

“Cinayet tabii. Bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde uzay çöpleri kazaya sebep olmadı. Neden Uzay Ajansı’nın ilk görevinde böyle oldu sence? Ben söyleyeyim, her şey düşünülmediği için tabii ki. Atmosferden çıkana kadarki riskleri hesaplamakla görevli adamla tanışmış mıydın?”

 

“Hayır.”

 

“Adam inşaat mühendisi be! Uzay Ofisi binasını yapan müteahhidin oğlu. Hatır gönül muhabbetine oğlunu sokmuş işe. Al işte! Torpilli embesiller yine hayatımızın içine sıçtı! Hem de Türkiye’den bu kadar uzaktayken!” Bir an duraksadıktan sonra kıpkırmızı bir yüzle Selin’e dönerek, “Özür dilerim, ağzımı bozmak istemedim.” dedi utanarak.

 

“Türkiye’nin ilk iki astronotu olarak, eminim ki uzay çöpleri ve liyakat hakkında sabaha kadar konuşabiliriz Uğur Abi. Ama o kadar zamanımız yok sanki.”

 

“Sabaha kadar mı? Dünyalı dünyalı konuşma Selin ya. Gece gündüz kavramlarını arkamızda bırakmadık mı?”

 

Selin bir kahkaha attı. Uğur’un mizacı hoşuna gidiyordu. Babacan ve eğlenceli biriydi. İri cüssesi ile kibar tavırlarının birbirine yarattığı tezatlık, yer yer çok komik olabiliyordu. Gerçekten de bir abisi olsa, Uğur gibi biri olmasını isterdi herhalde.

 

İşte o anda, gerçekleri yeniden acıyla anımsadı.

 

“Çok vaktimiz kalmadı abi…”

 

Uğur, bunun üzerine kontrol paneline yaklaşarak bir sayacı inceledi. “Yaklaşık yarım saatimiz var.” İletişim kamerasının kapalı olup olmadığını kontrol ettikten sonra da “Şerefsizler…” diye söylendi.

 

Uğur, Selin’e eliyle ortadaki masayı gösterdi. Selin de nazikçe masaya geçti. Zaten karşılıklı oturup konuşacakları başka bir yer de yoktu.

 

Uğur, mahcup mahcup Selin’e baktıktan sonra, “Hazır mısın?” diye sordu. Ardından da cevap beklemeden, elini arka cebine götürüp irili ufaklı kürdan parçaları çıkardı. “Bak, tamamladım. Senin için de uygunsa, bu iki parçayı kullanalım,” dedi ve en kısa ve en uzun iki parçayı seçip, özenle avucuna yerleştirdi.

 

Selin konuşamıyordu. Kalbi ağzında atıyor, nabzını kulağında duyabiliyordu. Uğur’un bir cevap beklediğini fark ederek, hafifçe kafa salladı.

 

“Bak Selin. Sonuç ne çıkarsa çıksın, ikimiz de bunu isteyerek yapmıyoruz. Bu bizim hatamız değil.”

 

“Bil… Biliyorum Uğur Abi. Senin büyütmen gereken çocukların, benimse bakmam gereken hasta bir annem var. Hayatta kalmak için çok ciddi sebepler bunlar. Ama şunu bil ki, anneme bakmak zorunda olmasam vallahi senin hayatta kalman için kendi hayatımdan vazgeçerdim. Emin ol yapardım.”

 

“Biliyorum kardeşim. Biliyorum Selin’im. Şu süreçte yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Ailemden biri gibi oldun. Sen de beni biliyorsun. Cem ve Barış büyük olsa, kendilerini kurtaracak yaşta olsalar, ben böyle hayata tutunmaya çalışır mıydım sanıyorsun? Ama onlar bensiz yapamazlar ki… Daha üniversiteye gittiklerini göreceğim, onları evlendireceğim, torunlarımı seveceğim…” Uğur’un gözleri doldu, kafasını çevirip hüzünle iç çekti.

 

“Biliyorum abi.” dedi Selin hüzünle.

 

Uğur kafasını salladı; hafifçe burnunu çekip, “Vakit geldi mi dersin?” dedi.

 

“Kaçış yok abi, eninde sonunda yapacağız bunu. Hemen yapalım da kurtulalım bari.”

 

Uğur, elleri titreyerek uzun ve kısa çöpü eline aldı. Ellerini arkasına götürdü ve karıştırmaya başladı. İşte o an gelmişti.

 

“Uzun çöpü çeken yaşar.”

 

Titreyen elini uzattı. Çubuklar, aynı boyda görünüyordu. Uğur’un kocaman ellerinde, buzdağının görünen kısmı misali ikisi de sabit bekliyordu. Buzdağının görünmeyen kısmında ise ölüm sinsi sinsi gülümsemekteydi…

 

Selin nefesini tuttu. Titreyen eli, ilk sağdaki çubuğa gider gibi oldu. Ardından duraksadı. Elini soldaki çubuğa götürdü. Göz göze geldiler. Uğur titreyen elini zor bela açtı.

 

Selin uzun çöpü çekmişti.

 

Karmaşık duygular Selin’in benliğini aniden sarıverdi. İlk önce büyük bir mutluluk geldi uzaklardan. Annesi gözünün önündeydi. Sarılıp kovboy filmleri izledikleri geceler… Kemoterapiden dolayı  taktığı motorcu bandanalarıyla ona gülümsemesi… Kahvaltı masası sohbetleri… Arkadaşları, hayatı, odası, kitapları… Hepsine geri dönecekti! Esaslı bir tokat yediği hayata, inatla yeniden sarılmıştı.

 

Ama Uğur’a baktığında, kafası yeniden allak bullak oluverdi. Uğur yere bakıyor ve düşünüyordu. Sadece düşünüyordu. Yüzünde bir öfke, kin, hatta üzüntü bile yoktu. Yalnızca boşluğa odaklanmış bir şekilde bakıyor ve düşünce fırtınası içinde yüzüyordu.

 

İkisi içinde saatler kadar uzun süren bir dakikalık gergin ve rahatsız edici sessizliği bozan da Uğur oldu.

 

“Sonucu kabul etmiyorum.”

 

“Ne?” Selin şaşkınlıkla kafasını kaldırıp doğrudan Uğur’un gözlerinin içine baktı. “Anlayamadım?”

 

“Sonucu kabul etmiyorum Selin. Benim çocuklarım var. Hayatta kalması gereken benim.”

 

“Uğur Abi saçma sapan konuşma! Kura çektik, işi şansa bıraktık. Biz kimin yaşayacağına nasıl karar verelim, şansa bırakalım demiştik hani?”

 

“Kimin öleceğine nasıl karar veriyoruz o zaman kızım? Baksana arkada kaç tüp oksijen var. İkimize yeter de artar!”

 

Selin korkuyla doğruldu. “İyi de hesapladık ya! Arkada beş litrelik on tane tüp var. İkimiz için yarım gün, yalnız bir kişi için bir buçuk gün yeter dedik.” Sesi titriyordu, ancak korkusunu belli etmemeye çalışıyordu.

 

“İyi de yarım günde yardım gelmeyeceğini nereden biliyoruz?”

 

“Uğur Abi bu kadar kısa sürede Uzay Ofisi’nin ikinci bir roket gönderemeyeceğini biliyorsun. Başka ülkelerle temasa geçilecek de, o ülkeler bize yardım etmeyi kabul edecek de, evrak işleri tamamlanacak da… Muhtemelen bu oksijen tek başıma bana bile yetmeyecek. İkimiz birden denersek neredeyse hiç şansımız yok ki!”

 

Uğur utançla başını eğdi. “Başka çarem yok. Hayatta kalmak zorundayım.”

 

“Oyunbozanlık yapıyorsun! Kura çekmek bile senin fikrindi! Bu mu senin sözünde durman? Bu mu şerefin?” Selin artık bağırıyordu.

 

Mahcup bir şekilde yere bakan Uğur, kendine gelen sert tepkinin üzerine aniden “Şerefimi karıştırma Selin!” diye kükredi.

“Çocuklarım var diyorum be kadın, anlamıyor musun? Gerçi nereden anlayacaksın sen çocuk sevgisini… Anca yatalak ananla otur evinde. Benim sorumluluklarım var diyorum!”

 

Selin sinirden kıpkırmızı olmuştu. Uğur’u tanıdığı zannediyordu bir de. Hatta kısa çöpü çekince onun için üzüldüğüne kızıyordu şimdi. Öfkeden düzgün cümle kuramaz haldeydi. “Terbiyesiz herif. Saygısız... Bana ne ya senin çocuklarından? Benim de bakmam gereken annem var. Çocukların eminim ki başlarında senin gibi bir baba olmadan daha sağlıklı büyürler. Kendi koyduğu kurallara bile uymaktan aciz bir babam olduğunu düşünemiyorum. Ya da sırf hayatta kalmak için minicik bir umuda sarılıp, kendinden on beş yaş genç bir kadını ölüme sürüklemeye çalışan bir babam olduğunu… Çocuklarının başına gelmiş en güzel şey, senin bu rokete binmen olmuş!”

 

“Haddini bil lan!” Uğur öfkeyle titriyordu. “Başlatma gururuna da hasta annene de!” Aniden, sanki kafasına bir şey düşmüş gibi duraksadı.  Sertçe kafasını salladı, sanki neler dediğini kendisi de duymuştu. Yüzünü buruşturdu, kısık ama kararlı bir sesle, “Anlamıyor musun Selin? Hayatta kalması gereken benim. Benim hayatım seninkine göre… Daha yaşamaya değer. Kura konusunda özür dilerim. O işe hiç bulaşmamalıydık. Ama ben hayatta kalmalıyım.”

 

“Hayır, kabul etmiyorum. Kuraya uyacaksın Uğur. Ben yaşıyorum. Bitti.”

 

“Öyle mi?” Uğur sakince ayağa kalktı. Selin’in neredeyse iki katı cüssesiyle, ona yukarıdan bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden, bir süre tehditkar bir ifadeyle onu süzdü. Ardından kısa, ancak kararlı adımlarla Selin’e doğru yaklaşmaya başladı. “Tüpleri ben alacağım. Ne yapacaksın bu durumda? Beni şikayet mi edeceksin?”

 

Selin’in kanı dondu. Kıpırdayamıyordu. Uğur yavaş yavaş ona doğru gelirken bağırmak, çığlık atmak, yardım çağırmak istiyordu. Yürüyen, kanlı canlı bir karabasanın içindeydi. Hayatında hiç hissetmediği kadar büyük bir çaresizlikti bu. Uğur ona yaklaştıkça, paniği büyüyor ancak o hiçbir şey yapamıyordu. Uzay boşluğunda, onu öldürmek isteyen biriyle küçücük bir delikte, azıcık oksijenle sıkışıp kalmıştı. Kalbi deli gibi çarparken, abisi yerine koyduğu adamın uzanıp boğazına yapışmasını bekliyordu.

 

Uğur masanın diğer tarafına ulaşıp kocaman ellerini Selin’e doğru uzattı…

 

İşte o an Selin, dehşetle öldürülmek üzere olduğu gerçeği ile yüzleşiverdi. Bir anda kendine geldi ve o kocaman eller boynuna sarılmak üzereyken, içinde bulunduğu donukluk halinden aniden sıyrıldı. Can havliyle, hiç beklemediği anda Uğur’u olanca gücüyle itip yere düşürdü ve oksijen tüplerinin olduğu depo odasına doğru koştu.

 

Uğur bir an afalladıysa da yerden hızla kalkıp onun peşinden koşmaya başladı.

 

Selin dehşet içinde, depo odasına girdi. Nefes nefese, tüplerden birine uzandı ve kapı pervazının yanına sokuldu.

 

Potansiyel katili içeri girdiği anda, kendinden hiç beklemeyeceği bir şey yaptı.

 

Elindeki tüpü tüm gücüyle, Uğur’un kafasının arkasına vurdu.

 

Dev vücudu, bir titan gibi gürültüyle devrildi. Anlamaz bakışlarla yattığı yerden ona bakıyor, hareket etmeye çalışıyordu. Bu sırada, yerler kanla ıslanmaya başlamıştı.

 

Uğur’un kanına basmamaya dikkat ederek tepesine dikildi. “Bunu sen istedin…” Selin’in gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülüp, Uğur’un kanına damlıyordu.

 

“Özür dilerim… Affet beni…” dedi Uğur konuşmaktan çok hırlayarak. Kafasındaki yaradan oluk oluk kan akıyordu fakat yüzündeki pişmanlık oldukça gerçekti.

 

“Sana güvenemem. Arkamı döndüğüm anda üstüme atlamayacağını nereden bileyim?”

 

“Söz… Söz veriyorum.”

 

“Az önce, ölmek üzere olan bir adamın sözlerine güvenilemeyeceğini öğrendim.”

 

Selin, tüpü hızla Uğur’un kafasına indirdi. Bir. İki. Üç. Dördüncü darbeden sonra durdu. Islak, insanın içine işleyen ve midesini kaldıran bir kırılma sesi duymuştu. Uğur Abisi artık kıpırdamıyordu. Vücudu, uğruna canla başla kavga ettikleri oksijeni artık istemiyordu.

 

Nefes nefese, saçları önüne düşmüş bir halde durdu. Göğsü hızla kalkıp iniyordu.

 

Uğur’un üstünden çekildi ve yere oturdu. Kanlar içindeki ellerine baktı. Aynı anda, beyninde ufacık bir nokta, hala nefes almanın da tadını çıkartması gerektiğini düşündü.

 

Bir tir tir titreyen kanlı ellerine, bir de yerdeki kan banyosuna baktı.  Gözyaşları içinde yüzünü ellerinin arasına aldı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu... Böyle düşüncelere kapıldığı için, mutlu olduğu için kendinden tiksiniyordu.

 

Kontrolsüzce ağlıyor, bir yandan da kafasının içindeki düşüncelerle oradan oraya savurulup duruyordu. Düşünmemeye çalıştıkça, tüm sorular beyninde daha da netleşiyordu. Hayatta kalıp kalamayacağını, kalacaksa eğer yaptığı şeylerin hayatta kalmaya değip değmeyeceğini, bir katil olarak dünyaya tekrar vardığında başına gelecekleri…

 

Başını kaldırdı. Çenesi kararlılıkla titredi. Histeri içindeki gözlerini kıstı, gözyaşlarını sildi, kafasını arkadaki metal duvara yasladı.

 

Ve sertçe, kendi başını metal duvara vurdu. Ayağa kalktı, bu sefer gerilip metal duvara daha sert, burnunun hizasına gelecek şekilde kafa attı. Burnundan akan kan yüzünü ıslatıp ağzına dolarken, üstünü başını yırtıyor; çığlıklar atıyordu. En son, dudağına okkalı bir yumruk atıp dudağını patlattı ve koşmaya başladı.

 

Kontrol paneline kanlar içinde ulaştı, iletişim tuşuna basıp kamerayı açtı ve bağırmaya başladı.

 

“Yardım edin, Uğur kafayı yedi, beni öldürmeye çalışıyor! Yardım edin!”

 

                                            Kıvanç Güven

Mayıs 2021

Bütün hakları saklıdır ve avkivancguven@gmail.com adresine bildirilmeden ve izin alınmadan kullanılamaz.

Bu sitede yayımlanan öyküler Kıvanç Güven’e ait olup, Kıvanç Güven’in bu öyküler üzerindeki her türlü hakkı saklıdır. Eser sahibinin rızası olmadan öykülerin başka bir yerde yayımlanması, kullanılması, basılması, derlenmesi, işlenmesi veya eserler üzerinde herhangi bir hakkın ihlal edilmesi durumunda, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yasal işlem başlatılacaktır.

bottom of page